Üçüncü Kesim. - Artı-Değerin Sermaye ve Gelire Ayrılması. Perhiz Teorisi

Karl Marx
Bundan önceki bölümde, artı-değeri (ya da artı-ürünü), yalnızca kapitalistin bireysel tüketimini sağlayan bir fon olarak ele aldık. Bu bölümde ise, buraya kadar, yalnızca birikim fonu olarak inceledik. Oysa artı-değer, bunlardan ne birisi, ne de diğeridir, birarada her ikisidir. Bir kısmı kapitalist tarafından gelir[38] olarak tüketilir, diğer kısmı, sermaye olarak kullanılır, biriktirilir. Artı-değerin kitlesi belli bir büyüklükte ise, bunlardan birisi ne kadar büyükse, diğeri o kadar küçük olur. Cæteris paribus, bu kısımlar arasındaki orantı, birikimin büyüklüğünü belirler. Ne var ki, bu bölünmeyi yapan, artı-değerin tek sahibi olan kapitalisttir. Bu, onun bileceği iştir. Karşılığını ödemeden haraç olarak aldığı ve biriktirdiği kısım, onu yemediği için, yani bir kapitalistin kendisini zenginleştirme görevini yerine getirdiği için, onun tarafından tasarruf edilmiş sayılır.

Kişileşmiş sermaye olma dışında kapitalistin tarihsel bir değeri olmadığı gibi, bu tarihsel varolma hakkına da sahip değildir, yani şakacı Lichnowsky'nin deyimiyle, "'hiç bir tarihe sahip değildir". Onun kendi geçici varlığı için duyulan zorunluluk, yalnızca, kapitalist üretim tarzı için duyulan geçici zorunluluk ölçüsündedir. Ama kişileşmiş sermaye olduğu sürece onu harekete geçiren tek şey, kullanım-değeri üretmek ve bunlardan yararlanmak değil, değişim-değeri üretmek ve bunu çoğaltmaktır. Bizzat değeri genişletme işine kendisini büyük bir tutkuyla kaptıran kapitalist, insanoğlunu üretim için üretmeye insafsızca zorlar; böylece o, toplumdaki üretken güçlerin gelişmesini zorlar, daha yüksek bir toplum şeklinin gerçek temelini atabilecek maddi koşulları yaratır; ve bu toplumda, her bireyin kişiliğini tam ve özgürce geliştirmesi artık temel ve yön verici ilke olur. Kapitalist, yalnızca kişileşmiş sermaye olarak saygıya değerdir. Bu haliyle, bir cimrinin, salt servet olduğu için servete tapma tutkusunu paylaşır. Ama cimrideki yalnızca huy ve yaratılış halindeki bu tutku, kapitalistte, yalnızca çarklarından birisi olduğu toplumsal mekanizmanın sonucu ve eseridir. Ayrıca, kapitalist üretimin gelişmesi, belli bir sanayi koluna yatırılan sermayenin sürekli bir şekilde artmasını zorunlu kılar ve rekabet, kapitalist üretimin özünde yatan yasaları, dışarıdan gelme zorlayıcı yasalar olarak tek tek her kapitaliste kabul ettirme durumunda bırakır. Sermayesini koruyabilmesi için, kapitalisti, durmadan sermayesini genişletmeye zorlar, oysa sermayesini artırması ancak dereceli bir birikimle olabilir.

Bu nedenle, kapitalistin her türlü eylemi, salt —onun kişiliğinde bilinç ve iradeye bürünmüş sermaye olarak— sermayenin işlevi olduğu için, onun özel tüketimi, birikmiş sermaye üzerinden yapılmış bir hırsızlık gibidir; tıpkı çift kayıtlı muhasebe sisteminde, kapitalistin özel giderlerinin, sermayenin karşısında borçlu hanesinde yer alması gibi. Biriktirmek, toplumsal zenginlik alemini ele geçirmek, sömürdüğü insanların kitlesini artırmak ve böylece kapitalistin dolaysız ve dolaylı egemenliğini genişletmek demektir.[39]

Ama, ilk günah her yerde işbaşındadır. Kapitalist üretim, birikim ve servet gelişip arttıkça, kapitalist, salt kişileşmiş sermaye olmaktan çıkmaya başlar. Kendi özü, kendi kişiliği için insanca duygular beslemeye başlar ve bu yoldaki eğitimi, ona, dünya zevklerinden yoksun kalmayı, şimdi eski moda bir cimrinin önyargısı olarak görmeyi ve buna gülümsemeyi öğretmiştir. Klasik tipteki kapitalist, bireysel tüketimi, işlevine karşı işlenmiş bir günah ve biriktirmeden "perhiz etmek" olarak damgaladığı halde, modernleşmiş kapitalist, artık, biriktirmeye, zevk'ten "perhiz etmek" gözüyle bakabilmektedir.

"İki ruh, heyhat, göğsüne bağdaş kurmuş;
"Biri durmadan diğerinden ayrılıyor."[40]

Kapitalist üretimin tarihsel şafağında —sonradan olma her kapitalist, kişi olarak bu tarihsel aşamadan geçmek zorundadır— tamah ve zenginleşme hırsı, egemen tutkulardır. Ne var ki, kapitalist üretimin ilerlemesi yalnız bir zevkler dünyası yaratmakla kalmaz, spekülasyon ve kredi sistemi ile, binlerce çabuk zenginleşme kaynağını da ortaya çıkartır. Belli bir gelişme aşamasına ulaşıldığında, aynı zamanda bir servet gösterisi ve dolayısıyla itibar kaynağı olan ve alışılagelen derecede bir israf, "talihsiz" kapitalist için bir iş zorunluluğu halini alır. Lüks, sermayenin temsil masrafları arasına katılır. Üstelik, kapitalist, cimri gibi, kendi emeği ve sınırlı tüketimi ölçüsünde zenginleşmez, başkalarının emek-gücünü baskı altına alarak emdiği ve emekçileri, yaşamın zevklerinden yoksun bırakmaya zorladığı ölçüde de zenginleşir. Bunun için, kapitalistin israfı, hiç bir zaman eliaçık feodal beyin israfındaki iyiniyetli özelliği taşımadığı, tersine, bunun ardında en pis cinsten tamahkarlık ve en açgözlü hesap-kitap yatmakla birlikte, biri diğerini engellemeksizin, harcamaları da birikimiyle birlikte büyür. Bu büyümenin yanısıra, kalbinde, biriktirme tutkusu ile zevk isteği arasında faustça bir çatışma da filizlenip boy atar.

Dr. Aikin, 1795'te yayınlanan bir yapıtta şöyle diyor: "Manchester'deki sınai gelişme dört döneme ayrılabilir. İlkinde, fabrikatörler kendi geçimlerini sağlamak için çok çalışmak zorundaydılar." Bunların başlıca zenginlik kaynağı, çocukları çırak olarak kendilerine bağlı bulunan ana-babaları soymaktı: Bir yandan, çıraklar açlıktan ölürken, ana-babalar yüksek bir prim ödüyorlardı. Öte yandan, ortalama kar düşüktü, biriktirebilmek için çok tutumlu olmak gerekti. Bunlar cimriler gibi yaşadılar ve sermayelerinin faizini bile yemekten uzaktılar. "İkinci dönemde, küçük servetler elde etmeye başladıkları zaman bile, gene eskisi gibi sıkı çalışıyorlardı", —çünkü her köle çalıştıranın bildiği gibi, emeğin doğrudan sömürülmesi de bir emeğe malolur— "ve gene eskisi gibi sade bir yaşam sürüyorlardı. ... Lüksün başladığı üçüncü dönemde, Krallıktaki her pazar kasabasına sipariş için atlılar gönderilerek sanayi dürtüklendi. ... 1690'dan önce, burada, 3.000 ila 4.000 sterlin sermayesi olan işkolu, ya birkaç taneydi ya da hiç yoktu. Bununla birlikte, o sıralarda ya da az sonraları, artık ellerinde para bulunan iş sahipleri, ahşap evler yerine modern tuğla evler yaptırmaya başladılar." 18. yüzyılın ilk yarısında bile, konuklarına yarım litre yabancı malı şarap ikram eden Manchester'li bir fabrikatör, bütün komşularının dikkatini çekiyor ve başsallamalarına yolaçıyordu. Makinenin ortaya çıkışından önce bir manüfaktür sahibinin, toplandıkları bir meyhanedeki gecelik masrafı, 6 penilik bir bardak punç ile, bir penilik bir tutam tütünü hiç bir zaman geçmezdi. İş sahibi bir kimsenin, ilk kez kendi arabası ile görünmesi, ancak 1758 yılında olmuştur ve bu bir dönemin işaretidir. 18. yüzyılın son 30 yılını kapsayan, "Dördüncü dönem, lüks ve israfın büyük gelişme gösterdiği bir dönemdir ve atlı biniciler aracılığı ile bütün Avrupa'ya yayılan sınai gelişmelerle desteklenmiştir."[41] İyi kalpli Dr. Aikin, mezarından başını kaldırsa da bugünkü Manchester'ı görseydi acaba ne derdi?

Biriktir. biriktir! Musa da bu. peygamberler de bu! "Sanayi, tasarrufun biriktirdiği malzemeyi sağlar."[42] Bunun için, tasarruf, tasarruf; yani artı-değerin ya da artı-ürünün elden geldiğince büyük kısmını sermayeye çeviriniz. Birikim için birikim, üretim için üretim: bu formül ile klasik iktisat, burjuvazinin tarihsel görevini ifade etmiş, servetin doğum sancıları üzerinde bir an bile kendisini aldatmamıştır.[43] Ama tarihsel zorunluluk karşısında yanıp yakılmanın ne yararı var? Klasik iktisat için, nasıl ki, proletarya bir artı-değer üretme makinesinden başka bir şey değilse, kapitalist de onun gözünde, bir artı-değeri ek sermayeye çeviren bir makineden başka bir şey değildir. Ekonomi politik, kapitalistin tarihsel görevini son derece ciddiye alır. Yüreğindeki zevk isteği ile zenginlik peşinde koşma tutkusu arasındaki korkunç çatışmayı bir sihirle söküp atmak isteyen Malthus, 1820 yıllarında, fiilen üretim işleriyle uğraşan kapitalistlere, biriktirme ödevini yükleyen, artı-değerden pay alan başkalarına, toprak sahiplerine, devlet memurlarına, rahiplere vb. ise, harcama ve israf görevini veren bir işbölümünü savunmuştu. "Harcama tutkusu ile biriktirme tutkusunu birbirinden ayrı tutmak"[44] son derece önemlidir diyordu. İyi yaşamaya ve bu dünyanın adamı olmaya uzun zamandır alışmış olan kapitalistler feryadı bastılar. Bunların sözcülerinden birisi, bir Ricardo öğrencisi, ne oluyoruz beyler, diye sesini yükseltti, üretken olmayan tüketiciler sanayicilerin sırtında devamlı bir dürtü olsunlar diye Bay Malthus, toprak rantının, vergilerin vb. yükseltilmesini salık veriyor herhalde! Slogan, ne olursa olsun üretim, durmadan artan üretim, idi, ama, "böyle bir süreç ile üretim, ileriye doğru itilmekten çok, kösteklenecektir. Üstelik, çalışmaya zorlanacak olsalar başarabilecekleri kişiliklerinden belli olan bir sürü insan, aylak yaşamlarını sürdürsünler diye, başkalarını zora koşmak hiç de adaletli bir iş değildir."[45] Bir yandan, sanayici kapitalisti tereyağlı ekmeğinden yoksun bırakarak zorlamayı adaletsiz bulurken, aynı kimse, "işçiyi gayrete getirmek için" ücretleri en alt düzeye indirmeyi zorunlu bulmaktadır. Üstelik o, artı-değerin sırrının, karşılığı ödenmeyen emeğe elkoymak olduğunu bir an bile saklamamaktadır. "Emekçiler yönünden talebin artması, bunların kendi ürünlerinden kendileri için daha küçük bir pay almaya ve bunun daha büyük bir kısmını kendilerini çalıştıranlara bırakmaya istekli olmalarından başka bir şey ifade etmez, eğer bunun, azalan tüketim (emekçiler yönünden) nedeniyle pazarda mal bolluğuna yolaçacağı söylenirse, benim buna verilecek biricik karşılığım mal bolluğu ile büyük karların eşanlamlı şeyler olduğudur."[46]

Emekçiden sızdırılan ganimetin, sanayici kapitalist ile aylak zenginler arasında, birikime en yararlı şekilde nasıl paylaşılacağı üzerine olan bu bilgiçce tartışma, Temmuz devrimi karşısında sesini kesti. Çok geçmeden, Lyons'ta kent proletaryası devrim çanını çaldı ve İngiltere'de tarım proletaryası, çiftlikleri ve harmanları ateşe vermeye başladı. Kanalın bu yakasında ovencilik, öte yakasında simonculuk ve furiyecilik yayılmaya başladı. Vülger ekonominin son saati çalmıştı. Tam bir yıl önce Manchester'de, sermayenin karının (faiz de dahil), onikinci saatin ürünü olduğunu keşfetmesinden tam bir yıl önce Nassau W. Senior, dünyaya başka bir bulgusunu ilan etmişti: "Ben", diyordu böbürlenerek, "sermaye sözü yerine, buna bir üretim aracı gözüyle baktığım için, perhiz sözünü koyuyorum.".[47] Bu, vülger ekonominin buluşları içinde, eşi olmayan bir örnektir! Ekonomik bir kategorinin yerine, dalkavukça bir söz konmuştur, voila tout.[hepsi bu. -ç.] "Yabanıl, ok yaptığı zaman" diyor Senior, "bir iş yapmış olur ama tutumlu hareket etmiş olmaz". Bu, bize, toplumun ilk zamanlarında emek araçlarının, kapitalist yönünden bir perhiz olmaksızın nasıl ve niçin yapıldığını açıklamış oluyor. "Toplum ne kadar ilerlerse, o kadar çok perhiz yapmayı gerektirir."[48] Ve bu da, özellikle başkalarının çalışmasının meyvelerine elkoyma çabasını gösterenlerden beklenir. Emek-sürecinin yürütülmesi için gerekli bütün koşullar da böylece birdenbire kapitalistin uyacağı çeşitli perhiz hareketlerine dönüşmüş olurlar. Buğdayın hepsi yenmeyip bir kısmı ekilirse — kapitalistin perhizidir. Şarabın olgunlaşması için zamana gerek varsa — kapitalistin perhizidir.[49] "Üretim araçlarını işçiye ödünç (!) olarak verdiği zaman", yani emek-gücünü bunlarla birleştirdiği zaman, kapitalist, kendini soymaktadır, bunları, buhar makinelerini, pamuğu, demiryollarını, gübreleri, atları vb. yiyip tüketecek yerde, emek-gücünden artı-değer sızdırmakta kullanmaktadır; ya da vülger iktisatçıların çocukça söyledikleri gibi, "bunların değerlerini" lüks ve diğer tüketim mallarına yatırarak boşuna harcamaktadır.[50] Kapitalistlerin bir sınıf olarak bu işi nasıl becerecekleri, vülger iktisatçıların bugüne kadar açıklamayı inatla reddettikleri bir sırdır. Dünyanın, hala, salt Vişnu'nun bu modern tövbekarı, kapitalistin kendi kendisini cezalandırması ile yoluna devam edebilmesi yetmiyor mu? Yalnızca birikim değil, yalnızca "sermayenin muhafazasi bile, onu tüketme yolundaki günah çağrısına karşı koymak için sürekli bir çabayı gerektirir".[51] Tıpkı Georgia'lı köle sahibinin, zencilerin sırtından kamçıyla sağladığı artı-ürünün hepsini şampanya ile harvurup harman savursam mı, yoksa bir kısmını daha fazla zenci ve toprağa mı dönüştürsem diye düştüğü üzüntülü çıkmazdan, yakın zamanda, köleliğin kaldırılması ile kurtarılması gibi, kapitalistin de bu eziyetten ve şeytanın kışkırtmasından kurtarılması düpedüz bir insanlık borcudur.

Ne kadar farklı olurlarsa olsunlar toplumların ekonomik biçimlerinde, yalnızca basit yeniden-üretim değil, çeşitli derecelercle ve gitgide artan boyutlarda yeniden-üretim görülür. Ne kadar çok üretilirse o kadar çok tüketilir ve dolayısıyla o kadar fazla ürün, üretim araçlarına çevrilir. Bununla birlikte, bu süreç, emekçinin üretim araçları ve onunla birlikte kendi ürünü ve geçim araçları, onun karşısına sermaye biçiminde çıkmadığı sürece, kendisini sermaye birikimi ya da kapitalistin bir işlevi olarak ortaya koymaz.[52] Haileybury Kolejinde, ekonomi politik kürsüsünde Malthus'tan sonra bulunan ve birkaç yıl önce ölen Richard Jones, bu noktayı, iki önemli olgunun ışığı altında ayrıntılı olarak incelemiştir. Hint halkının büyük çoğunluğu kendi topraklarını işleyen köylüler oldukları için, bunların ürünleri, emek araçları ve geçim araçları, hiç bir zaman, "gelirden tasarruf edilen ve bu nedenle de daha önce bir birikim sürecinden geçmiş bulunan bir fon şeklini almaz".[53] Öte yandan da, İngiliz yönetiminin, eski sistemi en azından bozduğu eyaletlerdeki tarım-dışı alanlarda çalışan emekçiler, tarımsal artı-ürünün bir kısmını, vergi (tribute) ya da rant biçiminde alan nüfuzlu kimseler tarafından doğrudan çalıştırılırlar. Bu ürünün bir kısmı, bu nüfuzlu kimseler tarafından ayni olarak tüketilir, bir kısmı da, emekçiler tarafından, bu adamların kullanımı için lüks eşyaya ve benzeri şeylere çevrilir, geriye kalan kısım, emek araçları kendilerinin olan emekçilerin ücretlerini oluşturur. Burada, üretim ile yeniden-üretim, gittikçe artan boyutlarda, o garip evliyanın, o hüzün verici şövalyenin, yani "perhizci" kapitalistin müdahalesi olmadan devam eder gider.